Darbe kırılmalarını
yaşamış ve demokratik konsolidasyonlarını tamamlamış ülke parlamentolarının
darbe sonrası pratikleri, olağan dönem süreçleri bakımından ufuk açıcı örneklerle
doludur. 2007 yılında İspanya Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilen “Tarihin
Anısından Kurtulma Yasası (The Law on the Recovery of Historical Memory)”,
Franko rejimini kınamakta, mağduriyetleri telafi edici ekonomik hükümler
içermekte ve toplu mezarlarda yakılma ve benzeri kayıpların açığa çıkarılması
yolunda hükümler içermektedir. Ayrıca, Yargıç Baltasar Garzon’un uluslararası
hukukun kendisine yetki verdiği içtihadı ile kurduğu cesur kararlar da
anılmaktadır.
Aynı şekilde Arjantin
örneği de öğreticidir. Arjantin Parlamentosu yürürlüğe girmiş olan askeri affın
kaldırılması kararını almış, yargılama sonunda darbeciler mahkûm olmuş, darbede
zarar görenler için tazminat düzenlemelerine gitmiştir. Bu ülkede 2000 yılına
kadar ödenen yaklaşık tazminat tutarı, 750 milyon dolardır. Portekiz, Şili,
Yunanistan benzer örneklerle doludur. Türkiye’nin 1960, 1971, 1980 ara rejimleri ve akla geldiğinde
verilen muhtıralar sırasında veya sonrasında genellikle susması, istisnaen de
söylemin dışında kurumsal çözümler üretememesi sorgulanmalıdır.
Sonuç ve
Öneriler
Demokrasilerde
esas olan millî iradenin dokunulmazlığıdır. Türkiye’de her on yılda bir gerçekleştirilen
darbeler, ‘milli iradeyi’ yok ederek, demokrasinin kesintiye uğramasına yol açmış;
Türkiye’nin kanun devletinden hukuk devletine dönüşmesine engel olmuştur.
Milletin
temsil
hakkını tehlikeye düşürecek her müdahale demokrasi, hukuk ve insan hakları ile evrensel
değerleri çiğnemek manasına gelir. Millet iradesinin sürekliliğinin sağlanması
ve aksamaya uğratılmaması, temsili demokrasinin temelidir. Bu yüzden demokrasi,
her koşulda korunması gereken ve kültür benliğimize nakşedilmesi gereken bir
değerdir.
Türkiye’de
cumhuriyetin kuruluşundan bu yana atanmışlar ile seçilmişler arasında var olan
ve zaman zaman gün yüzüne çıkan çekişmenin adı: Devlet - hükümet kamplaşmasıdır.
Bunun arka planında, Türkiye’de kendisini devletin gerçek sahibi olarak gören
bazı bürokratların,
toplumun
içinden çıkan seçilmişlere yönelik derin güvensizlikleri yatmaktadır. Bu
hastalıklı düşünceye göre, Türkiye’de seçilmişler, bir başka deyişle siyasiler,
nihai tahlilde “kendi menfaatlerini millî menfaatlerin üzerinde gören,
güvenilmez kişilerden oluşmaktadır.” Bu
nedenle
siyasilerin, devlet tarafından her zaman ve her şart altında gözetlenmesi
zaruridir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nda vücut bulan kuşkucu, kendisinden
başka kimseye güvenmeyen aynı zamanda statükocu bürokratik vesayetin de temel
dayanağıdır.
Türkiye’de
meydana gelen darbeler görünürde bazen sağa, bazen sola, kimi zaman hem sola hem
sağa bazen de dindarlara karşı yapılmıştır. Darbeler gerekçelendirilirken bu
tür ideolojik argümanlar kullanılmış olmakla ve değişik dönemlerdeki askeri
müdahalelerde, bazı kesimler
diğerlerinden
daha fazla diyet ödemekle birlikte aslında fatura tüm toplum tarafından ödenmiştir.
Dünya ve Türkiye örneklerinin öğrettiği; darbelerin tüm halka karşı yapılmış olduğu,
darbe süreçlerinin hak ve hukuk kavramlarının askıya alındığı talihsiz dönemler
olduğudur. Toplumun tüm kesimleri ve bunların siyasi temsilcilerinin her çeşit
darbe,
muhtıra
ve demokrasiye müdahale süreçlerine karşı ortak tepki göstermesini sağlayacak, demokratik
bilinç düzeyini yükseltecek bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Hiçbir kesim diğerinin acılarına
kayıtsız kalmamalıdır. Yalnızca mağdur olunduktan sonra evrensel haklar hatırlanmamalıdır.
Herkesin asgari bir ilkesel duruş göstermesi ve empati kurması insanlığın ve
vicdanın bir gereğidir.
Askeri
müdahaleler Türkiye’nin yakın tarihinin karanlıkta kalmış dönemleridir. Sözde
millet ve milletin huzuru bahanesiyle yapılanlar; yüz binlerce insanın sorgusuz
sualsiz cezaevlerine ve kışlalara kapatıldığı, işkencelerin yapıldığı,
geleceklerin çalındığı, idamların yaşandığı
karanlık
dönemler olarak anılacaktır. Darbeler; sözde toplumsal huzuru tesis etmeye gelenlerin
Edirne’den Ardahan’a tüm ülkeyi açık hava hapishanesine dönüştürdüğü, konuşmanın
yasak olduğu, kitlelerin dilsizleştirildiği, susturulduğu, hatta kitapların suç
sayıldığı, yakıldığı, korku imparatorluğunun inşa zamanlarıdır.
“Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe
ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin
Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi
Amacıyla Kurulan” komisyonumuz mecliste grubu bulunan tüm partilerin ortak
girişimi ve uzlaşması ile teşekkül etmiş ve faaliyetlerini sürdürmüştür.
Cumhuriyet tarihinde bir ilki başaran Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu adımla ülkedeki
demokrasinin ve toplumsal barışın tesisinde önemli bir kazanım sağlamıştır. Bu Komisyonun
varlığı aynı zamanda, siyasi kültürün demokratik olgunluğunun da tescili niteliğindedir.
Türkiye bugün, dünle mukayese edilmeyecek bir noktadadır. Bundan sonrası
demokrasi
kültürünün, çoğulculuğun, hoşgörünün ve farklılıklara saygının
yaygınlaştırılması ve silahlı bürokrasi ile işbirliği içine giren sivillerin bu
tepeden inmeci anlayıştan bir sonuç alamayacaklarına inandırılmasıdır, ikna
edilmesidir. Dünün darbe işbirlikçilerinin ve heveslilerinin, tümünün olmasa
da, nedamet ifade edici açıklamaları Türkiye’nin yarınları için
umut
ışığıdır.
Komisyonumuz
üç alt komisyon halinde çalışmalarını yürütmüş ve sonlandırmıştır. Bunlar;
• 27
Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası Alt Komisyonu,
• 12
Eylül 1980 Darbesi Alt Komisyonu,
• 28
Şubat 1997 Postmodern Darbesi ve 27 Nisan 2007 E-Bildirisi Alt
Komisyonu.
Alt
komisyonların ulaşmış olduğu sonuçlar ile milletvekillerinin görüşlerine bağlı
olarak geliştirilen öneriler:
1. Sivil
Anayasa. Mevcut anayasa ile birlikte temel yasaların büyük çoğunluğu darbelerden
miras kalmıştır. 12 Eylül rejiminin dolayısıyla militarist söylemin temel
özelliklerini içinde barındıran anayasalar döneminin sona erdirilmesine ve
milletin temsilcilerince hazırlanacak bir anayasaya her zamankinden daha çok
ihtiyaç vardır. Halkı bir yığın düzeyine indiren hâlihazırdaki anayasayla çoğulcu
demokratik bir sistem ve iç barış kurulamaz. Temel insan haklarının güvence
altına alındığı; hükümetin yönetilenlerin rızasına dayandığı;çoğunluğun
yönetiminde, lakin azınlık haklarının garanti altına alındığı; özgür ve adil
seçimler, kanun önünde eşitliğin, bağımsız ve tarafsız mahkemelerin var olduğu;
hükümetin anayasa ile sınırlandırıldığı; toplumsal, ekonomik ve siyasal
çoğulculuğun, hoşgörü, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin benimsendiği;
tam
demokrasi, çoğulculuk ve özgürlüğün esas alındığı bir kavrayışla halkın gerçek
temsilcilerince, halkın önünde ve yüksek sesle tartışılmış yepyeni bir anayasa
yapılmalıdır.
2. Gerçekleri
Araştırma Komisyonu. Komisyonumuzun ele almış olduğu konunun
derinliği ve kapsamının genişliği sebebiyle detaylı araştırma fırsatı ve imkânı
bulunamayan hususların olduğu ortaya çıkmıştır. Bu itibarla yasal düzenlemeler
yapılmak suretiyle, Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulmalıdır.
Bahse konu
Komisyonun Genel Kurul’un takdir edeceği süreyle çalışması ve daha geniş
yetkilerle donatılmasını teminen, devlet sırrı, ticari sır ve
bankacılık sırrı
niteliğindeki bilgilere erişme imkânını verecek hukuki
düzenlemeler
yapılmalıdır. Bunlara paralel olarak TBMM İç Tüzüğünde de
gerekli
değişikliklerin yapılması sağlanmalıdır.
Darbe mağdurları: Temel insan haklarının askıya alındığı darbe,
muhtıra ve post modern darbe dönemlerinde mağdur olan, işkenceye uğrayan,
hüküm giyen vatandaşların ve kamu görevlilerinin, durumlarının incelenmesi,
gerektiğinde yargılamanın yenilenmesi, haklarının iadesi, ayrıca işkence, insan
hakkı ihlalleri yapan ve insanlığa karşı suç işleyen kamu görevlilerinin
araştırılması ve bunların kamuoyuna ifşa edilmeleri için;
• Siyasi
cinayetler: Tüm darbe dönemlerine uzanan süreçlerde
yoğunlaşan
ve büyük çoğunluğunun faili ya da azmettiricisi
bulunamayan
siyasi cinayetler ile toplumda infial yaratan ve özellikle
Sivas
Olayları, Başbağlar ve Yavi Katliamları ile benzeri olayları
araştırmak
üzere;
• 1
Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas katliamları: 12 Eylül
darbesine
giden yolda ülkeyi darbe ortamına hazır hale getirmek için
tertiplenen
olaylar ile 1990’lı yıllarda Kürt meselesini derinleştiren
olaylar
da dâhil, tüm cinayetlerin arka planında yer alan karanlık
odakların
ortaya çıkarılması maksadıyla;
• Kamuoyunda
hukuk dışı faaliyetler içinde bulunduklarına dair çok güçlü
iddialar
bulunan ve Özel Harp Dairesi, “Gladio”, “Kontrgerilla”, “JİTEM”
adıyla
bilinen oluşumlar: Kuruluşunda Seferberlik Tetkik Kurulu, sonra
Özel
Harp Dairesi ve ardından Özel Kuvvetler Komutanlığı ismini
alan,
doğrudan Genelkurmay Başkanlığına bağlı birim hakkında iddia
edilen
hukuk dışı faaliyetlerin incelenmesi ve buraya ait olduğu iddia
edilen
kozmik oda/odaların ve buradaki belgelerin araştırılması
hususunda;
ayrı ayrı araştırma
komisyonları kurulması Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne önerilmiştir.
3. Devlet
ve darbe mağdurları: Darbe
süreçlerini yaşamış ve demokrasilerini sağlamlaştırarak normalleşmelerini
tamamlamış ülkelerdeki hukuki düzenlemeleri dikkate alarak, tüm askeri
darbelerin ve muhtıraların, hukuku ve demokrasiyi ağır şekilde ihlal eden
fiiller olduğunu ilan edecek, darbelerin asli faillerini kınayacak ve tüm
mağdurlardan özür dilemeye olanak tanıyacak bir hukuksal çerçeve
oluşturulmalıdır.
4. Millî
Güvenlik Kurulu: Askeri vesayeti kurumsallaştıran tüm
mekanizmalar sivilleştirilmeli, hesap verebilen ve denetlenebilen bir yapı inşa
edilmelidir. Militarist dili, devlet söyleminin ve aygıtlarının merkezine
taşıyarak kendine “hükümetler ve siyaset üstü” rol biçen Millî Güvenlik
Kurulunun normal bir demokraside yeri yoktur. Millî Güvenlik Kurulu
uygulamalarının Türkiye’ye maliyeti; demokratik işleyişi engelleyerek siyasi,
sosyal, ekonomik nitelikteki ulusal sorunların çözümünü güçleştirmiş olmasıdır.
Siyasetin askeri vesayetten kurtarılması ve ülkenin her sorununun millî
güvenlik kriterleri doğrultusunda tartışılmasının önüne geçilebilmesi için,
Millî Güvenlik Kurulu Avrupa Birliği normlarında, sivil yapının kontrolünde ve
tavsiye organı şeklinde yapılandırılmalıdır.
5.
Genelkurmay Başkanlığının hukuksal statüsü: Anayasada,
“Genelkurmay
Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı
sorumludur.”
şeklindeki hükümde yer alan “sorumluluğun” mahiyeti ve
sınırları
net bir şekilde belirlenmemiştir. Hâlâ Genelkurmay Başkanı’nın
sorumluluk
sınırları ve yaptırımları ile kuvvet komutanlarının Millî Savunma Bakanı,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na karşı görev ve sorumluluklarını belirleyen bir
düzenleme yoktur. Bu itibarla, Genelkurmay Başkanlığının özerk, hesap vermeyen,
her şeyin ve herkesin üstündeki statüsü artık son bulmalı, devlet
teşkilatındaki konumu çağdaş demokratik ülke örneklerine uygun hale getirilmeli
ve Genel Kurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır. Ya da
Başbakanlığa olan bağlılığının idari ve hukuki yönden açıklığa kavuşturularak
bu yönde yasal düzenleme yapılmalıdır.
6. İç
güvenlik, asayiş ve ordu: Orduyu bir zabıta kuvveti olarak
görmekten artık vazgeçilmelidir. Terörle mücadelenin yanında, kolluk kuvveti
olarak görev yapan jandarma teşkilatının mevcut durumu, demokratik devletlerde olması
gereken kriterlere uymamaktadır. AB ülkelerinde Jandarma, sadece Fransa ve
İtalya’da vardır, ancak bunlar da Türkiye’nin Jandarma teşkilatı gibi değil tamamen
sivil bir birim gibi İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Jandarma teşkilatının, iç
güvenlik ve adli mekanizmadaki görevi sonlandırılmalıdır.
Jandarma
teşkilatı, sivil bir yapılanmaya dönüştürülmeli ve demokratik
teamüllere
uygun şekilde denetlenmesine olanak tanıyacak bir hukuksal
çerçeveye
kavuşturulmalıdır.
7.
Ordunun demokratik denetimi: Orduya yönelik denetim işlevi
pratikte tam olarak yerine getirilememekte, bu noktada ikincil mevzuatın kanuna
uygun olarak ve kanunda verilmiş yetkileri kısıtlamayacak şekilde
hazırlanması
ve uygulanması gerekmektedir. Bu alanda mevzuattan
kaynaklanan
tek istisna olan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı
(TSKGV)
ve şirketleri yasal düzenlemeyle Sayıştay veya doğrudan TBMM
denetimine
açılmalıdır.
8.
Askeri yargı: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
benimsediği objektif ölçüte göre, Türkiye’de askeri yargı, askeri hiyerarşinin
belirleyiciliği veri alındığında etki altında bir görünüm arz etmektedir.
Silahlı Kuvvetlerin, iç disiplin açısından Almanya örneğindeki gibi disiplin
yargılamasına sahip kılınması yeterlidir. Askeri mahkemelerin kaldırılıp adliye
içerisinde uzmanlık mahkemeleri olarak yapılandırılması; “Askeri” mahkeme değil
“asker” mahkemesi oluşturulması, bu mahkemede görülecek davaların temyiz incelemesi
görevinin de Yargıtay’ın ceza dairelerinden birine verilmesi, yargılanacak
sivil ve asker kişiler bakımından güvence sağlayacaktır. Bu itibarla, Askeri
Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kapatılmalı,yüksek yargı temyiz yeri,
Yargıtay ve Danıştay’dan ibaret olmalıdır.
9.
Fişlemeler: Her türlü fişleme, hukuka aykırı dinleme, takip ve kayıt
faaliyetlerine
son verilmeli ve mevcut bütün fişleme kayıtları imha
edilmelidir.
Kendi vatandaşını iç tehdit ve iç düşman olarak görmek,
demokratik
toplum anlayışına ve insan haklarına aykırıdır. Batı ÇalışmaGrubu ve EMASYA
örneklerinde yaşananların aksine, orduya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını
fişleme yetkisi verilmemiştir. Genelde askeri istihbaratın özelde Jandarma’nın
yaptığı bu tür istihbarat faaliyetleri; yetki ve görev tecavüzü niteliğindedir
ve açıkça kanun dışıdır. Jandarma Genel Komutanlığı kendi sorumluluk sahasında
olmak kaydıyla ancak ve ancak,suçu önleme amaçlı teknik istihbarat ve teknik
takip yapabilir. Askerin Türkiye’de oluşturduğu fiili durum ve nüfuz,
kanunlardaki açık hükümlere rağmen jandarma ve diğer askeri istihbarat
birimlerinin fişleme yapabilmelerine imkân vermiştir. Bu fiili duruma göz
yumulmamalıdır.
10.Profesyonel
ordu: Türkiye’de ordu profesyonelleştirilmeli; bu yönde
ordunun
harekât kabiliyetini artıracak bir düzenlemeye gidilerek, nicelikten ziyade
niteliği öne çıkaracak bir askeri yapılanma egemen kılınmalıdır.
11.
Avrupa Birliği ve demokratik reformlar: Türkiye’de
askeri müdahaleler kısa sürede sona ermiş ve demokrasiye geçilmiş gibi görünse
de darbe dönemlerinde tüm devlet, baştan aşağı yeniden dizayn edilmiştir.
Darbelerin kendisine zemin bulmasının gerçek sebebi demokrasinin zayıf
olmasıdır. Güçlü bir demokrasi, muasır medeniyete ulaşmış ülkelerde uygulanan evrensel
demokratik hukuk normlarının, insan hak ve hürriyetlerinin benimsenmesiyle
mümkündür. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği aday ülkesi olan Türkiye’nin, ilgili
ve gerekli reformları hayata geçirme kararlılığı devam ettirilmelidir.
12.Sıkıyönetim
ve olağanüstü hâl: Sıkıyönetim ve olağanüstü hâl
durumlarının
sınırları, nedenleri, uygulanma biçimi açık ve net olarak
belirlenmelidir.
Mevcut Anayasa’da sıkıyönetimi gerektiren durumlar olarak düzenlenmiş hâllerde
uygulanacak yönetim modeli, komutanlık şeklinde değil, sivil yönetim olarak
düzenlenmelidir. İlgili kanun maddelerinde yer alan hükümler demokrasi, insan
hakları ve hukukun üstünlüğüne uygun tarzda düzenlenmelidir.
13.Ordu
Yardımlaşma Kurumu (OYAK): Darbe dönemi sonrası kurulmuş olan
ve kamu çalışanları arasında eşitsizlik yaratan OYAK, sahip olduğu çok sayıda
imtiyazla bugünlere gelmiştir. Bu kurumun haksız rekabet oluşturan tüm
ayrıcalıkları ve tüm vergi muafiyetleri kaldırılmalıdır. Türk Ticaret Kanunu
hükümlerine uygun hale getirilerek, orduyla ve devletle olan hukuki bağları,
imtiyazlarıyla birlikte kesilmelidir.
14.Devlet
sırrı ve ticari sır: TBMM İçtüzüğü ile araştırma
komisyonu
çalışmalarının
kapsamı dışında tutulan “devlet sırrı” ile “ticari sır”
kavramlarının
hukuksal düzeyde tanımlanarak muğlaklığın giderilmesi
sağlanmalı;
bu çerçevede parlamentonun denetim olanaklarını güçlendirecek düzenlemeler
geliştirilmelidir.
15.Siyasi
partiler ve demokrasi: Demokrasinin olmazsa olmazı
siyasi
partilerdir.
Siyasi partilerin ve siyasetin kurumsal kimliklerinin
güçlendirilmesi
için bunların önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıyla ilgili yasal
düzenlemeler yapılmalı, bu maksatla darbe dönemlerinden kalma Siyasi Partiler
Kanunu, Seçim Kanunu ve Yüksek Seçim Kurulu Kanunu gibi mevzuat yeniden ele
alınmalı ve demokratikleştirilmelidir.
16.Sivil toplum: Tam
demokrasiye sahip olamayan bir devlet sisteminin, kusursuz işleyen bir sivil
toplum yapısına sahip olması beklenemez. Bazı sivil toplum örgütleri darbe
dönemlerinde sivil siyaset yerine darbe ve darbecilerin yanında yer
almışlardır. Olağanüstü dönemlerde vesayetçi oluşumlar, bu kuruluşlar yoluyla
sivil toplum alanına müdahil olmakta ve buraları kontrol altında tutmaktadır.
Bu kuruluşları özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir yapıya kavuşturacak
şekilde yasal düzenlemeler yapılmalıdır
17.Darbe
mevzuatı: Darbelere dayanak olarak gösterilen TSK İç Hizmet Kanununun
35’inci maddesi ve benzeri tüm yasal düzenlemeler ile darbe dönemlerinde
çıkarılan bütün mevzuatın gözden geçirilmesi ve bu mevzuatta yer alan vesayetçi
düzenlemelerin tespit edilip ayıklanması için bir araştırma komisyonu
kurulmalıdır.
18.Malvarlıklarına
el konulan STK’lar: Darbe dönemlerinde
malvarlıklarına el konulan ve/veya kamulaştırılan dernek, vakıf, sendika ve
özel kişilerin malvarlıklarının iade edilmesi hususunda yapılabilecekler
araştırılarak bu konuda gerekli adımlar atılmalıdır.
19.Toplumsal
hafıza: Tüm darbelerin-muhtıraların sorumlularının ve
darbelere
teşebbüs edenlerin; kamu kurumları, sokak, cadde, stat, park ve spor salonları
gibi kamu alanlarına verilmiş isimleri derhal kaldırılmalıdır.
20.Demokratik
eğitim: Askeri ve diğer tüm eğitim kurumlarının müfredatı, eğitim
bilimciler tarafından incelenmeli, günümüzün koşulları ve demokratik normlara
uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. 12 Eylül’ün bir kurumu olarak teşekkül
eden YÖK, demokratik normlara uygun şekilde yapılandırılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder