27 Kasım 2014 Perşembe

DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU SONUÇ RAPORU

Darbe kırılmalarını yaşamış ve demokratik konsolidasyonlarını tamamlamış ülke parlamentolarının darbe sonrası pratikleri, olağan dönem süreçleri bakımından ufuk açıcı örneklerle doludur. 2007 yılında İspanya Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilen “Tarihin Anısından Kurtulma Yasası (The Law on the Recovery of Historical Memory)”, Franko rejimini kınamakta, mağduriyetleri telafi edici ekonomik hükümler içermekte ve toplu mezarlarda yakılma ve benzeri kayıpların açığa çıkarılması yolunda hükümler içermektedir. Ayrıca, Yargıç Baltasar Garzon’un uluslararası hukukun kendisine yetki verdiği içtihadı ile kurduğu cesur kararlar da anılmaktadır.
Aynı şekilde Arjantin örneği de öğreticidir. Arjantin Parlamentosu yürürlüğe girmiş olan askeri affın kaldırılması kararını almış, yargılama sonunda darbeciler mahkûm olmuş, darbede zarar görenler için tazminat düzenlemelerine gitmiştir. Bu ülkede 2000 yılına kadar ödenen yaklaşık tazminat tutarı, 750 milyon dolardır. Portekiz, Şili, Yunanistan benzer örneklerle doludur. Türkiye’nin 1960, 1971, 1980 ara rejimleri ve akla geldiğinde verilen muhtıralar sırasında veya sonrasında genellikle susması, istisnaen de söylemin dışında kurumsal çözümler üretememesi sorgulanmalıdır.
Sonuç ve Öneriler
Demokrasilerde esas olan millî iradenin dokunulmazlığıdır. Türkiye’de her on yılda bir gerçekleştirilen darbeler, ‘milli iradeyi’ yok ederek, demokrasinin kesintiye uğramasına yol açmış; Türkiye’nin kanun devletinden hukuk devletine dönüşmesine engel olmuştur. Milletin
temsil hakkını tehlikeye düşürecek her müdahale demokrasi, hukuk ve insan hakları ile evrensel değerleri çiğnemek manasına gelir. Millet iradesinin sürekliliğinin sağlanması ve aksamaya uğratılmaması, temsili demokrasinin temelidir. Bu yüzden demokrasi, her koşulda korunması gereken ve kültür benliğimize nakşedilmesi gereken bir değerdir.
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana atanmışlar ile seçilmişler arasında var olan ve zaman zaman gün yüzüne çıkan çekişmenin adı: Devlet - hükümet kamplaşmasıdır. Bunun arka planında, Türkiye’de kendisini devletin gerçek sahibi olarak gören bazı bürokratların,
toplumun içinden çıkan seçilmişlere yönelik derin güvensizlikleri yatmaktadır. Bu hastalıklı düşünceye göre, Türkiye’de seçilmişler, bir başka deyişle siyasiler, nihai tahlilde “kendi menfaatlerini millî menfaatlerin üzerinde gören, güvenilmez kişilerden oluşmaktadır.” Bu
nedenle siyasilerin, devlet tarafından her zaman ve her şart altında gözetlenmesi zaruridir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nda vücut bulan kuşkucu, kendisinden başka kimseye güvenmeyen aynı zamanda statükocu bürokratik vesayetin de temel dayanağıdır.
Türkiye’de meydana gelen darbeler görünürde bazen sağa, bazen sola, kimi zaman hem sola hem sağa bazen de dindarlara karşı yapılmıştır. Darbeler gerekçelendirilirken bu tür ideolojik argümanlar kullanılmış olmakla ve değişik dönemlerdeki askeri müdahalelerde, bazı kesimler
diğerlerinden daha fazla diyet ödemekle birlikte aslında fatura tüm toplum tarafından ödenmiştir. Dünya ve Türkiye örneklerinin öğrettiği; darbelerin tüm halka karşı yapılmış olduğu, darbe süreçlerinin hak ve hukuk kavramlarının askıya alındığı talihsiz dönemler olduğudur. Toplumun tüm kesimleri ve bunların siyasi temsilcilerinin her çeşit darbe,
muhtıra ve demokrasiye müdahale süreçlerine karşı ortak tepki göstermesini sağlayacak, demokratik bilinç düzeyini yükseltecek bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Hiçbir kesim diğerinin acılarına kayıtsız kalmamalıdır. Yalnızca mağdur olunduktan sonra evrensel haklar hatırlanmamalıdır. Herkesin asgari bir ilkesel duruş göstermesi ve empati kurması insanlığın ve vicdanın bir gereğidir.
Askeri müdahaleler Türkiye’nin yakın tarihinin karanlıkta kalmış dönemleridir. Sözde millet ve milletin huzuru bahanesiyle yapılanlar; yüz binlerce insanın sorgusuz sualsiz cezaevlerine ve kışlalara kapatıldığı, işkencelerin yapıldığı, geleceklerin çalındığı, idamların yaşandığı
karanlık dönemler olarak anılacaktır. Darbeler; sözde toplumsal huzuru tesis etmeye gelenlerin Edirne’den Ardahan’a tüm ülkeyi açık hava hapishanesine dönüştürdüğü, konuşmanın yasak olduğu, kitlelerin dilsizleştirildiği, susturulduğu, hatta kitapların suç sayıldığı, yakıldığı, korku imparatorluğunun inşa zamanlarıdır.
 “Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan” komisyonumuz mecliste grubu bulunan tüm partilerin ortak girişimi ve uzlaşması ile teşekkül etmiş ve faaliyetlerini sürdürmüştür. Cumhuriyet tarihinde bir ilki başaran Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu adımla ülkedeki demokrasinin ve toplumsal barışın tesisinde önemli bir kazanım sağlamıştır. Bu Komisyonun varlığı aynı zamanda, siyasi kültürün demokratik olgunluğunun da tescili niteliğindedir. Türkiye bugün, dünle mukayese edilmeyecek bir noktadadır. Bundan sonrası
demokrasi kültürünün, çoğulculuğun, hoşgörünün ve farklılıklara saygının yaygınlaştırılması ve silahlı bürokrasi ile işbirliği içine giren sivillerin bu tepeden inmeci anlayıştan bir sonuç alamayacaklarına inandırılmasıdır, ikna edilmesidir. Dünün darbe işbirlikçilerinin ve heveslilerinin, tümünün olmasa da, nedamet ifade edici açıklamaları Türkiye’nin yarınları için
umut ışığıdır.
Komisyonumuz üç alt komisyon halinde çalışmalarını yürütmüş ve sonlandırmıştır. Bunlar;
• 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası Alt Komisyonu,
• 12 Eylül 1980 Darbesi Alt Komisyonu,
• 28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi ve 27 Nisan 2007 E-Bildirisi Alt
Komisyonu.
Alt komisyonların ulaşmış olduğu sonuçlar ile milletvekillerinin görüşlerine bağlı olarak geliştirilen öneriler:
1. Sivil Anayasa. Mevcut anayasa ile birlikte temel yasaların büyük çoğunluğu darbelerden miras kalmıştır. 12 Eylül rejiminin dolayısıyla militarist söylemin temel özelliklerini içinde barındıran anayasalar döneminin sona erdirilmesine ve milletin temsilcilerince hazırlanacak bir anayasaya her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Halkı bir yığın düzeyine indiren hâlihazırdaki anayasayla çoğulcu demokratik bir sistem ve iç barış kurulamaz. Temel insan haklarının güvence altına alındığı; hükümetin yönetilenlerin rızasına dayandığı;çoğunluğun yönetiminde, lakin azınlık haklarının garanti altına alındığı; özgür ve adil seçimler, kanun önünde eşitliğin, bağımsız ve tarafsız mahkemelerin var olduğu; hükümetin anayasa ile sınırlandırıldığı; toplumsal, ekonomik ve siyasal çoğulculuğun, hoşgörü, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin benimsendiği;
tam demokrasi, çoğulculuk ve özgürlüğün esas alındığı bir kavrayışla halkın gerçek temsilcilerince, halkın önünde ve yüksek sesle tartışılmış yepyeni bir anayasa yapılmalıdır.
2. Gerçekleri Araştırma Komisyonu. Komisyonumuzun ele almış olduğu konunun derinliği ve kapsamının genişliği sebebiyle detaylı araştırma fırsatı ve imkânı bulunamayan hususların olduğu ortaya çıkmıştır. Bu itibarla yasal düzenlemeler yapılmak suretiyle, Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulmalıdır.
Bahse konu Komisyonun Genel Kurul’un takdir edeceği süreyle çalışması ve daha geniş yetkilerle donatılmasını teminen, devlet sırrı, ticari sır ve
bankacılık sırrı niteliğindeki bilgilere erişme imkânını verecek hukuki
düzenlemeler yapılmalıdır. Bunlara paralel olarak TBMM İç Tüzüğünde de
gerekli değişikliklerin yapılması sağlanmalıdır.
Darbe mağdurları: Temel insan haklarının askıya alındığı darbe,
muhtıra ve post modern darbe dönemlerinde mağdur olan, işkenceye uğrayan, hüküm giyen vatandaşların ve kamu görevlilerinin, durumlarının incelenmesi, gerektiğinde yargılamanın yenilenmesi, haklarının iadesi, ayrıca işkence, insan hakkı ihlalleri yapan ve insanlığa karşı suç işleyen kamu görevlilerinin araştırılması ve bunların kamuoyuna ifşa edilmeleri için;
Siyasi cinayetler: Tüm darbe dönemlerine uzanan süreçlerde
yoğunlaşan ve büyük çoğunluğunun faili ya da azmettiricisi
bulunamayan siyasi cinayetler ile toplumda infial yaratan ve özellikle
Sivas Olayları, Başbağlar ve Yavi Katliamları ile benzeri olayları
araştırmak üzere;
1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas katliamları: 12 Eylül
darbesine giden yolda ülkeyi darbe ortamına hazır hale getirmek için
tertiplenen olaylar ile 1990’lı yıllarda Kürt meselesini derinleştiren
olaylar da dâhil, tüm cinayetlerin arka planında yer alan karanlık
odakların ortaya çıkarılması maksadıyla;
Kamuoyunda hukuk dışı faaliyetler içinde bulunduklarına dair çok güçlü
iddialar bulunan ve Özel Harp Dairesi, “Gladio”, “Kontrgerilla”, “JİTEM”
adıyla bilinen oluşumlar: Kuruluşunda Seferberlik Tetkik Kurulu, sonra
Özel Harp Dairesi ve ardından Özel Kuvvetler Komutanlığı ismini
alan, doğrudan Genelkurmay Başkanlığına bağlı birim hakkında iddia
edilen hukuk dışı faaliyetlerin incelenmesi ve buraya ait olduğu iddia
edilen kozmik oda/odaların ve buradaki belgelerin araştırılması
hususunda; ayrı ayrı araştırma komisyonları kurulması Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne önerilmiştir.
3. Devlet ve darbe mağdurları: Darbe süreçlerini yaşamış ve demokrasilerini sağlamlaştırarak normalleşmelerini tamamlamış ülkelerdeki hukuki düzenlemeleri dikkate alarak, tüm askeri darbelerin ve muhtıraların, hukuku ve demokrasiyi ağır şekilde ihlal eden fiiller olduğunu ilan edecek, darbelerin asli faillerini kınayacak ve tüm mağdurlardan özür dilemeye olanak tanıyacak bir hukuksal çerçeve oluşturulmalıdır.
4. Millî Güvenlik Kurulu: Askeri vesayeti kurumsallaştıran tüm mekanizmalar sivilleştirilmeli, hesap verebilen ve denetlenebilen bir yapı inşa edilmelidir. Militarist dili, devlet söyleminin ve aygıtlarının merkezine taşıyarak kendine “hükümetler ve siyaset üstü” rol biçen Millî Güvenlik Kurulunun normal bir demokraside yeri yoktur. Millî Güvenlik Kurulu uygulamalarının Türkiye’ye maliyeti; demokratik işleyişi engelleyerek siyasi, sosyal, ekonomik nitelikteki ulusal sorunların çözümünü güçleştirmiş olmasıdır. Siyasetin askeri vesayetten kurtarılması ve ülkenin her sorununun millî güvenlik kriterleri doğrultusunda tartışılmasının önüne geçilebilmesi için, Millî Güvenlik Kurulu Avrupa Birliği normlarında, sivil yapının kontrolünde ve tavsiye organı şeklinde yapılandırılmalıdır.

5. Genelkurmay Başkanlığının hukuksal statüsü: Anayasada,
“Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı
sorumludur.” şeklindeki hükümde yer alan “sorumluluğun” mahiyeti ve
sınırları net bir şekilde belirlenmemiştir. Hâlâ Genelkurmay Başkanı’nın
sorumluluk sınırları ve yaptırımları ile kuvvet komutanlarının Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na karşı görev ve sorumluluklarını belirleyen bir düzenleme yoktur. Bu itibarla, Genelkurmay Başkanlığının özerk, hesap vermeyen, her şeyin ve herkesin üstündeki statüsü artık son bulmalı, devlet teşkilatındaki konumu çağdaş demokratik ülke örneklerine uygun hale getirilmeli ve Genel Kurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır. Ya da Başbakanlığa olan bağlılığının idari ve hukuki yönden açıklığa kavuşturularak bu yönde yasal düzenleme yapılmalıdır.
6. İç güvenlik, asayiş ve ordu: Orduyu bir zabıta kuvveti olarak görmekten artık vazgeçilmelidir. Terörle mücadelenin yanında, kolluk kuvveti olarak görev yapan jandarma teşkilatının mevcut durumu, demokratik devletlerde olması gereken kriterlere uymamaktadır. AB ülkelerinde Jandarma, sadece Fransa ve İtalya’da vardır, ancak bunlar da Türkiye’nin Jandarma teşkilatı gibi değil tamamen sivil bir birim gibi İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Jandarma teşkilatının, iç güvenlik ve adli mekanizmadaki görevi sonlandırılmalıdır.
Jandarma teşkilatı, sivil bir yapılanmaya dönüştürülmeli ve demokratik
teamüllere uygun şekilde denetlenmesine olanak tanıyacak bir hukuksal
çerçeveye kavuşturulmalıdır.
7. Ordunun demokratik denetimi: Orduya yönelik denetim işlevi pratikte tam olarak yerine getirilememekte, bu noktada ikincil mevzuatın kanuna uygun olarak ve kanunda verilmiş yetkileri kısıtlamayacak şekilde
hazırlanması ve uygulanması gerekmektedir. Bu alanda mevzuattan
kaynaklanan tek istisna olan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı
(TSKGV) ve şirketleri yasal düzenlemeyle Sayıştay veya doğrudan TBMM
denetimine açılmalıdır.
8. Askeri yargı: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin benimsediği objektif ölçüte göre, Türkiye’de askeri yargı, askeri hiyerarşinin belirleyiciliği veri alındığında etki altında bir görünüm arz etmektedir. Silahlı Kuvvetlerin, iç disiplin açısından Almanya örneğindeki gibi disiplin yargılamasına sahip kılınması yeterlidir. Askeri mahkemelerin kaldırılıp adliye içerisinde uzmanlık mahkemeleri olarak yapılandırılması; “Askeri” mahkeme değil “asker” mahkemesi oluşturulması, bu mahkemede görülecek davaların temyiz incelemesi görevinin de Yargıtay’ın ceza dairelerinden birine verilmesi, yargılanacak sivil ve asker kişiler bakımından güvence sağlayacaktır. Bu itibarla, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kapatılmalı,yüksek yargı temyiz yeri, Yargıtay ve Danıştay’dan ibaret olmalıdır.
9. Fişlemeler: Her türlü fişleme, hukuka aykırı dinleme, takip ve kayıt
faaliyetlerine son verilmeli ve mevcut bütün fişleme kayıtları imha
edilmelidir. Kendi vatandaşını iç tehdit ve iç düşman olarak görmek,
demokratik toplum anlayışına ve insan haklarına aykırıdır. Batı ÇalışmaGrubu ve EMASYA örneklerinde yaşananların aksine, orduya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını fişleme yetkisi verilmemiştir. Genelde askeri istihbaratın özelde Jandarma’nın yaptığı bu tür istihbarat faaliyetleri; yetki ve görev tecavüzü niteliğindedir ve açıkça kanun dışıdır. Jandarma Genel Komutanlığı kendi sorumluluk sahasında olmak kaydıyla ancak ve ancak,suçu önleme amaçlı teknik istihbarat ve teknik takip yapabilir. Askerin Türkiye’de oluşturduğu fiili durum ve nüfuz, kanunlardaki açık hükümlere rağmen jandarma ve diğer askeri istihbarat birimlerinin fişleme yapabilmelerine imkân vermiştir. Bu fiili duruma göz yumulmamalıdır.
10.Profesyonel ordu: Türkiye’de ordu profesyonelleştirilmeli; bu yönde
ordunun harekât kabiliyetini artıracak bir düzenlemeye gidilerek, nicelikten ziyade niteliği öne çıkaracak bir askeri yapılanma egemen kılınmalıdır.
11. Avrupa Birliği ve demokratik reformlar: Türkiye’de askeri müdahaleler kısa sürede sona ermiş ve demokrasiye geçilmiş gibi görünse de darbe dönemlerinde tüm devlet, baştan aşağı yeniden dizayn edilmiştir. Darbelerin kendisine zemin bulmasının gerçek sebebi demokrasinin zayıf olmasıdır. Güçlü bir demokrasi, muasır medeniyete ulaşmış ülkelerde uygulanan evrensel demokratik hukuk normlarının, insan hak ve hürriyetlerinin benimsenmesiyle mümkündür. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği aday ülkesi olan Türkiye’nin, ilgili ve gerekli reformları hayata geçirme kararlılığı devam ettirilmelidir.
12.Sıkıyönetim ve olağanüstü hâl: Sıkıyönetim ve olağanüstü hâl
durumlarının sınırları, nedenleri, uygulanma biçimi açık ve net olarak
belirlenmelidir. Mevcut Anayasa’da sıkıyönetimi gerektiren durumlar olarak düzenlenmiş hâllerde uygulanacak yönetim modeli, komutanlık şeklinde değil, sivil yönetim olarak düzenlenmelidir. İlgili kanun maddelerinde yer alan hükümler demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne uygun tarzda düzenlenmelidir.
13.Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK): Darbe dönemi sonrası kurulmuş olan ve kamu çalışanları arasında eşitsizlik yaratan OYAK, sahip olduğu çok sayıda imtiyazla bugünlere gelmiştir. Bu kurumun haksız rekabet oluşturan tüm ayrıcalıkları ve tüm vergi muafiyetleri kaldırılmalıdır. Türk Ticaret Kanunu hükümlerine uygun hale getirilerek, orduyla ve devletle olan hukuki bağları, imtiyazlarıyla birlikte kesilmelidir.
14.Devlet sırrı ve ticari sır: TBMM İçtüzüğü ile araştırma komisyonu
çalışmalarının kapsamı dışında tutulan “devlet sırrı” ile “ticari sır”
kavramlarının hukuksal düzeyde tanımlanarak muğlaklığın giderilmesi
sağlanmalı; bu çerçevede parlamentonun denetim olanaklarını güçlendirecek düzenlemeler geliştirilmelidir.
15.Siyasi partiler ve demokrasi: Demokrasinin olmazsa olmazı siyasi
partilerdir. Siyasi partilerin ve siyasetin kurumsal kimliklerinin
güçlendirilmesi için bunların önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıyla ilgili yasal düzenlemeler yapılmalı, bu maksatla darbe dönemlerinden kalma Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu ve Yüksek Seçim Kurulu Kanunu gibi mevzuat yeniden ele alınmalı ve demokratikleştirilmelidir.
16.Sivil toplum: Tam demokrasiye sahip olamayan bir devlet sisteminin, kusursuz işleyen bir sivil toplum yapısına sahip olması beklenemez. Bazı sivil toplum örgütleri darbe dönemlerinde sivil siyaset yerine darbe ve darbecilerin yanında yer almışlardır. Olağanüstü dönemlerde vesayetçi oluşumlar, bu kuruluşlar yoluyla sivil toplum alanına müdahil olmakta ve buraları kontrol altında tutmaktadır. Bu kuruluşları özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir yapıya kavuşturacak şekilde yasal düzenlemeler yapılmalıdır
17.Darbe mevzuatı: Darbelere dayanak olarak gösterilen TSK İç Hizmet Kanununun 35’inci maddesi ve benzeri tüm yasal düzenlemeler ile darbe dönemlerinde çıkarılan bütün mevzuatın gözden geçirilmesi ve bu mevzuatta yer alan vesayetçi düzenlemelerin tespit edilip ayıklanması için bir araştırma komisyonu kurulmalıdır.
18.Malvarlıklarına el konulan STK’lar: Darbe dönemlerinde malvarlıklarına el konulan ve/veya kamulaştırılan dernek, vakıf, sendika ve özel kişilerin malvarlıklarının iade edilmesi hususunda yapılabilecekler araştırılarak bu konuda gerekli adımlar atılmalıdır.
19.Toplumsal hafıza: Tüm darbelerin-muhtıraların sorumlularının ve
darbelere teşebbüs edenlerin; kamu kurumları, sokak, cadde, stat, park ve spor salonları gibi kamu alanlarına verilmiş isimleri derhal kaldırılmalıdır.

20.Demokratik eğitim: Askeri ve diğer tüm eğitim kurumlarının müfredatı, eğitim bilimciler tarafından incelenmeli, günümüzün koşulları ve demokratik normlara uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. 12 Eylül’ün bir kurumu olarak teşekkül eden YÖK, demokratik normlara uygun şekilde yapılandırılmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder