31 Ocak 2016 Pazar

İKİ ÖKÜZ,BİR DEĞNEK VE BİR ÇOCUK

İKİ ÖKÜZ,BİR DEĞNEK VE BİR ÇOCUK
Adana,Tufanbeyli,Kayarcık Köyü Torosların tepesinde altı ahır üstü dam iki oda ( bir oda dedemin yatak odası ) diğer oda (sofa ) ,yüklüğün, buğdayın,unun,döşeğin,yorganın,yastığın, bir metreye bir metre açık banyonun ,ninemin sandığının,ocağın olduğu kocaman bir salondan oluşmaktaydı.Hayat burada yaşandığı için bu kocaman salona hayatlık da denirdi. Burada banyo yapılır, yemek burada pişer,burada yenilir, burada yatılırdı.
Yerler toprak,üzerimizde ki dam merteklerle güçlendirilmiş kerpiç.
Yaz tatilimiz hep harman zamanına denk gelir evde kim varsa ya tarlada, yada patozun başında çalışırdı. Harmanda en sevdiğim iş ya düven de dönmek,yada kağnı sürmekti. Çocukluk işte.
Düvende önde öküz arkada ben düven tahtasının üzerinde dön babam dön, mercimeği otundan ayır.Bizim atlı karıncamız işte bu düvendi.
Kağnı sürmek daha büyük sorumluluktu.Düvendeki tek öküz çift öküze çıkıyor,daracık yollarda manevralar yapıyorsun.Kolay mı iki öküze yön vermek.Durdurmak için kağnıdan atlayıp öküzlerin önüne geçeceksin,sağa döndüreceksin,sola döndüreceksin ,zor iş zor.
İlk Kağnıyı sürüşümde Rahmetli Amcam boyumdan büyük değnek vermişti.Ucu sivri mi sivri.Bir de ucunda pırıl pırıl parlayan bir metal vardı.Bu ne dedim? “ Övendere “ dedi.Bununla kağnının ne yöne gitmesini istiyorsan tam tersi yöndeki öküzün kaba etini dürteceksin. Öküzlerin hızlanmasını istiyorsan da kağnının okuna yukarıdan aşağıya öküzlerin göz hizasında vuracaksın.( Kağnı oku, öküzlerin boyunduklarını kağnının ana gövdesine bağlayan oka benzeyen kalın tahta parçası. )
Yaz boyunca bir gün bile ne öküzler ne de kağnımız boş kalmadan günün ışımasından, batışına kadar çalışırdık.Yaz sonuna doğru zavallı öküzlerin kaba etleri yara bağlardı. Hep kızardım öküzlere bir türlü yolları belleyemediler diye. Nerede yavaş gidecekler, nerede sağa,nerede sola dönecekler bir türlü belleyemiyorlardı.İlla ki dürtmek gerekiyordu.
2013 yılında derneğimizin manifestosunun,vizyonunun,misyonunun,tüzüğünün  nasıl olması gerektiği konusunda fikir alışverişinde bulunurken aklımdaki tek düşünce ortaya çıkacak eser ne dürten ne de dürtülen olmalıydı.Başlangıç itibari ile vizyonu çok iyi belirleyip o vizyonda koşturacakların aklında hiçbir soru olmadan tümevarım metodu ile hak mücadelesini yapacak yönetim kadrosunu oluşturmak gerekiyordu. Şükür ki adım adım hedefine ilerleyen ne dürten ne de dürtülen bir yönetim oluşturmuşuz.
Geçenlerde bir dernek yöneticisini dinledim.Aklım Rahmetli Hürriyet Kahramanı,II.Meşrutiyeti ilan ettiren,Babıaliyi basan,MSB nını Yakup Cemile öldürten Enver Paşa geldi.Enver Paşa hep en öndeydi.Hareket ordusu isyanı bastırmak için İstanbul’a geldiğinde orduyu şehir dışında bekletip başına geçmişti,Edirne Bulgar işgalinden kurtarıldığında orduyu Edirne girişinde bekletmiş beyaz atıyla ordunun başına geçmişti.Sarıkamışta ordunun başındayken,harekatın başarısızlığını görünce koşa koşa Babıaliye geri dönmüştü. Onunda büyük hayalleri vardı.Hedefleri hep varlığının ve kudretinin üzerindeydi.Ölene değin hep tümden gelim metodunu kullanacak o da felaketi olacaktı.
Maalesef bu dernek yöneticisi de aynı Enver Paşa gibi tümdengelim metodunu uygulamaya çalışıyordu, üzüldüm. Sarıkamışta düşmana tek bir kurşun atmadan şehit olanlar adına üzüldüm.
Dernek yöneticisi, “ocak ayı başından itibaren Balyoz ve Ergenekon davalarından beraat etmişlerin yüksek tazminat almış olmaları bizi harekete geçirdi” diyordu. Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılananlara büyük bir kin ve öfke besleyen üyeler bu duruma kahır mı etselerdi yoksa şükür mü etselerdi. Balyoz ve Ergenekonun beraatinin sonucundaki tazminatlar “övendere” etkisi yapmıştı.
Tümden gelen ulvi hedefler uğruna çalışacağını beyan edenler, tüme giden maddi hedeflere 5 yıl sonra dönüvermişti.
“Övendere”  maddi bir dürtücü olmaktan sosyo-psikolojik bilim literatürüne geçecek bir deyim haline geçeceği günü sabırla beklemeye başlayabilirdi.
Dernek üyeleri büyük bir sevinçle bağırabilirlerdi :
“Yaşasın Övendere”
Övenderenin gücü her şeye yetebilecek mi, yoksa umutların başka bir bahara kalmasına mı yol açacak?
Temennim odur ki sadece kendisini ihlas sahibi ( katışıksız,saf ,ari ) ve akıllı görenlerin oluşturduğu yüce oluşum inşallah bu işi başarır.
Yüce oluşuma destek vermek maksadı ile haddim olmayarak iki konuyu hatırlatmak isterim.
1.        Astsb. Arkadaşların birinci derece meselesi halledildi.
2.       Yaş haddine kadar çalışma problemi kanunsal bir problem değildir.DPB.lığına yüce il başkanınızın baskı uygulayarak çıkarttığı 3 nolu tebliğden kaynaklanmaktadır. Çözümü ya tebliği Danıştay yoluyla iptal ettirmek yada yeni bir tebliğ çıkartmaktır. Sizde takdir edersiniz ki tebliğ çıkartmak kanun çıkartmaktan daha kolaydır.

Sırf yüce oluşumun elindeki metinleri değiştirmek konusunda zaman ve para harcamalarına kıyamadığım için bu hatırlatmayı yaptım. Gerçi İhlas sahipleri bu konulara vakıflardı ama herhalde  ihlaslılıkla ,ihlassızlık arasında gidip gelmeleri olmuş. Allah (C.C.) kendilerine ihlas şifası versin.

27 Ocak 2016 Çarşamba

ASDER-ADAMDER-YÜKSEK ASKERİ ŞURA MAĞDURLARI DERNEĞİ

Adı konulmamış gerçekler,
6191 sayılı yasa çıkalı 5 yıl oldu. Yani 10 yıllık ev taksitine girseydiniz evin yarısını ödemiştiniz.
 Baştan beri bu yasanın eksik yönleri var, bunların giderilmesi gerekir, bununla ilgili çalışma, yasa ilk çıktığı andan itibaren yapılmalıdır dedik, hep beraber. Ancak anlaşılmaz bir şekilde yasadan faydalanan elitler, gittiler DPB lığına kendi kendimizi bağlayacak 3 nolu tebliği çıkarttılar.
6191 sayılı yasadan faydalananlar ilk başta iki dernek de birleşmişti. Adamder-Asder. 5 yıl boyunca ne Adamder ne de Asder bu yasanın eksik yönlerinin giderilmesi konusunda proaktif bir politika izlemediler.2013 yılında bu derneklere eklenen Yüksek Askeri Şura Mağdurları Derneği proaktif bir politika izleyerek adım adım 6191 sayılı yasadan doğan problemleri gidermeye çalışmıştır. Konu ile ilgili olarak 2 Kanun ve 2 adet SGK dan genelge çıkartmayı başarmıştır.
Yüksek Askeri Şura Mağdurları Derneğinin proaktif politikasına karşın her iki dernek de pasif bir politika izleyerek, dernek yönetimi ve derneklerin derin yapıları, her şeyin en iyisini biz biliriz, üyeler asla bir şey yapmasın, bizi izleyin, yasa değişmezse de değişmesin, başka kulvarlarda politika yaparız şeklinde bükülmüşlerdir. Arada sırada da çalışılıyormuş izlenimi vermek için siyasilerle görüşmeler yapılmış ancak buradaki görüşmeler üyelerinin ari menfaatleri için değil, farklı menfaatler üzerine inşa edilmiştir.
Aynı havayı soluyan, aynı coğrafyada, aynı devletle, aynı problemlerini gidermek isteyen, aynı olan insanlar, sırf siyasi düşüncelerinden dolayı parçalanmış, problem çözme odaklılıktan problemin kendisi olmaya aday, hatta problemin kendisi olmuştur. Öğleki 6191 sayılı yasanın eksik yönlerinin giderilmemesi önünde ki en büyük engel Adamder ve Asder ‘in elitleri olmuştur.
Bu iki dernek de Totaliter yapıya sahiptir. Totaliter yapı mekanizmaları olaylara ve insanlara yaklaşımı soğuk savaş döneminden kalan “dost ve düşman” yaklaşımı şeklindedir. Oysa ki ne dost ne de düşman vardır. Hele hele bir gurubu komple dost veya düşman şeklinde tanımlamak en büyük tarihsel hatadır.
Hukuk mücadelesinde insanları bizden, onlardan, sizden şeklinde ayrıştıran bu iki dernek elitleri, tarih önünde hüsrana uğrayacaklardır. Çünkü mikro veya makro düzeydeki totaliterizmler bir bir yıkılmakta, yeni dünya daha çok hukuk, daha çok özgürlüğe doğru eğrilmektedir. Tarihsel boyut içinde de Cumhuriyetimizin yakın tarihinde bu apaçık görülmektedir. Padişahlıktan, 1 ve 2 nci meşrutiyete, Meşrutiyetten cumhuriyete, tek partili hayattan çok partili hayata geçiş ve devam eden yeni anayasa tartışmaları.    
Özellikle STK ların yapısı daha çok paylaşımcı, yönetimin adil paylaşımı ve en ufak üyenin bile yönetimde söz sahibi olduğu bir dönemdeyiz. Baskıcı, lider veya elitler sultası üzerine kurulmuş bütün STK lar toplumda karşılık bulamamakta sadece kendi dar çerçevesinde marjinalleşmektedir.
Kendini yenileyemeyen, çağın gerektirdiği ilkeleri benimseyemeyen ve hukuk içinde eylemlerini düzenleyemeyen STK ların sonu hüsranla biteceğini söylemek için falcı olmaya gerek olmadığı kanaatindeyim.
Yukarıda açıkladığım nedenlerle üyelerinden aldığı gücü, üyelerine karşı kullanan STK lar bir an önce bu yanlıştan dönerek üyelerinin arzuları doğrultusunda hareket etmelidirler.

22 Ocak 2016 Cuma

HOKKABAZ

Hokkabaz,
Ergenlik yıllarımızdı. Birkaç arkadaş birleşip kamyondan tezgaha Karpuz atarak harçlığımızı çıkartırdık. O kıymetli harçlıklarımızla şehre gelen sirki ziyarete giderdik. Dönen atlar , salıncaklar,havalı tüfekler, kırmızı java motorunun üzerinde tehlikeye meydan okuyan akrobatlar, rengarenk çadırlar, dev aynaları, korku tünelleri ve olmazsa olmazı hokkabaz. Sunucu her defasında Hokkabazı Muhteşem Mandreke diye takdim ettiğinde yüreğimiz kıpır kıpır atar, o gizemli hilelerini çözmeye çalışır, çözemeyip evimize büyük hayranlıkla dönüp, yastığa başımızı koyduğumuzda o büyülü atmosferin verdiği ruhla, çeşit çeşit hülyalara dalardık. Kah bir gün akrobat, kah bir gün hayvan terbiyecisi, kah bir gün hokkabaz olurduk. Sirk de ki hokkabazı o kadar sevmiştik ki sırf onun gösterilerini izlemeye günaşırı gider olmuştuk. Hatta bir defasında cebimizde ki harçlıklar bitince sirk görevlisine yalvar yakar içeriye kendimizi aldırmıştık. Hülasa hokkabazın müdavimi olmuştuk. En ön sıraya oturur ağzımızı ayran delisi gibi açarak seyrederdik. Ve bir gün Muhteşem Mandreke  bizi fark ederek, biz iki afacanı kulisine davet etmişti. İçeride yok yoktu. O da bizi sevmiş olmalı ki başlarımızı okşayarak bir iki ufak oyun öğretip, küçük bir öğüdüyle sihirbazlık kitabı hediye etmişti. Öğüdü bir kulağımızdan girip öteki kulağımızdan buharlaşarak çıkarken bir soluk da kitabı okuyup, içindeki oyunları tatbik etmeye başladık. Ama ne hacet her şeyi elimize yüzümüze bulaştırıyorduk. Bizim ruhumuzda Hokkabazlık yoktu,sadece sihri seyretmenin zevki vardı.
Aradan yıllar geçip gerçek hayatla burun buruna gelince, ilk kazığı yediğim gün, diğer kulağımdan buharlaşarak çıkan Hokkabazın öğüdü aklıma geldi : Çocuklar demişti. Bu gördükleriniz gerçek değil. Göz yanılması, el çabukluğu, birazda bilim. Siz siz olun bu öğrettiklerimi, bu kitapta yazılanları kullanacaksanız eğer, sadece ama sadece insanları eğlendirmek için kullanın. Başka türlü kullanırsanız lakabınız sihirbaz değil , sahtekar, dolandırıcı olur. İnsanları dolandırmayın. Hele umutlarıyla hiç oynamayın demişti. Ticaret hokkabazları, pardon dolandırıcıları beni dolandırmıştı.
Yaş kemale erdikçe umut tacirlerini ( dolandırıcılarını ), koltuk sevdası için koltuk dolandırıcılarını,siyasi ikbal için siyaset dolandırıcılarını,din dolandırıcılarını, memleket dolandırıcılarını,fakir fukara dolandırıcılarını, adalet dolandırıcılarını velhasıl memlekette ne kadar Hokkabazlığa leke sürecek sahtekar varsa gördüm.   
 Çocukluk yıllarımızın masum,tertemiz ruhunu okşayan Hokkabazlar gitmiş yerlerini ikbal ve makamlarını sağlamlaştırma gayretiyle bir o yana, bir bu yana koşarak aklımızı almaya çalışan sahtekarlar türemiş. Birde önlerini, arkalarını ulvi kelimelerle beslemişler.
Kardeşlik, Din,Özgürlük,Barış,Adalet,Savunma….
Ben çocukluğumda ki Hokkabaz Mandrekeyi özledim…..

  

3 Ocak 2016 Pazar

SORU VE CEVAPLARLA YARGIYA KAPALI İDARİ İŞLEMLERLE MESLEKTEN MEN EDİLENLER HAKKINDA 12 EYLÜL 1980 ANAYASASI VE 2010 ANAYASA REFARANDUM SONUCU ORTAYA ÇIKAN DURUM KABUL EDİLENLER AÇISINDAN

SORU VE CEVAPLARLA
YARGIYA KAPALI İDARİ İŞLEMLERLE MESLEKTEN MEN EDİLENLER HAKKINDA 12 EYLÜL 1980 ANAYASASI VE 2010 ANAYASA REFARANDUM SONUCU ORTAYA ÇIKAN DURUM
KABUL EDİLENLER AÇISINDAN

SORU1            : 12 Eylül 1980 Anayasası ile yargıya kapalı işlemlerle memuriyetin sona erdirilmesi işlemleri nelerdir ?
CEVAP  : 1. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun meslekten men kararları yargıya kapalıdır.
              2. Yüksek Askeri Şura Kararları ile meslekten men kararları yargıya kapalıdır.
SORU2            :2010 Anayasa refarandurumdan sonra HSYK kararları ile meslekten men edilenler ile YAŞ kararları ile meslekten men edilenler hakkında hangi kanunlar çıkarılmıştır.
CEVAP  : 1.HSYK Kararları ile meslekten men edilenler hakkında 6087 (Kanun kabul tarihi :11.12.2010 )  sayılı kanunun Geçici 3 ncü maddesi.
              2. YAŞ Kararları ile meslekten men edilenler hakkında 6191(Kanun kabul tarihi :10.03.2011) sayılı kanunla 926 sayılı TSK personel kanununa Geçici 32 madde eklenmiştir.
SORU3            :Her iki kanun da da meslekten men edilenlerin nereye başvuru yapmaları öngörülmüştür ve mesleğe kabul edilme kararı nasıl verilmektedir ?
CEVAP  :1. Hakim ve savcıların kendilerini meslekten men eden kuruma yani HSYK ya başvurmaları öngörülmüştür. HSYK Genel Kurulu , “dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep halinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da almak suretiyle, başvurunun kabulüne veya reddine karar verir.”
            2. TSK mensuplarının ise MSB lığına başvurmaları öngörülmüştür. “Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. “ Burada kişiye savunma hakkı tanınmamıştır.
SORU4            :Başvurunun kabülü halinde neler yapılmaktadır.
CEVAP  :
Hakimler ve Savcılar için :
1. Önceki karar kaldırılmaktadır.
2. Hakimlik ve Savcılık mesleğine tekrar dönmesi sağlanmaktadır.
3. Yaş haddine kadar çalışmakta.
4. Genel Kurulun mesleğe iade kararına karşı itiraz edilememekte dava açılamamaktadır.
5.Önceki karar kaldırıldığından geçmişe dönük özlük hakları iade edilmektedir.
Subay ve Astsubaylar için :
1. YAŞ Kararları yürürlükten kaldırılmamaktadır.
1. Emeklikliği hak edenler için, isteyenler emekli edilmekte.
2. Çalışmak isteyenler de sınıf ayrımı gözetmeksizin ( İster Hakim, savcı olsun ,ister doktor olsun,ister öğretim üyesi olsun ) 657 sayılı Devlet memurlarına göre araştırmacı kadrosuna atama yapılmaktadır. Meslek sahibi olanlar mesleğini icra edememektedir.
3. Zorunlu emeklilik tarihi belirlenmektedir.
4.Harcırah verilmemektedir.
5. MSB nın mesleğe kabul kararına karşı kanun koyucu itiraz edilemez ,dava açılamaz şeklinde bir madde üretmemiştir.
6. Önceki karar ( YAŞ KARARI )yürülükte olduğundan geçmişe dönük özlük hakları iade edilmemektedir.

Devletimiz acılara kapitalist aygıt olarak bakıyor

Acınız ne kadar büyük , haksızlığa uğrama sayınız ne kadar çoksa ve kullanabilirlik kapasiteniz o kadar da azsa Devlet Babanız Baba şefkati ile değil kapitalist aygıt gözü ile bakıyor.Haksızlığa mı uğradınız, telafi mi edilmesi gerekiyor, hemen devletin elinde hesap makinesi, kaç kişi, mali yükü nedir, manevi kazancı nedir gibi sorularına cevap arıyor. Asıl cevabı alınacak soru, haksızlığı nasıl gideririm olması gerekirken halen  18 nci yüzyılda kalmış insanı makine gibi gören zihniyetle karşı karşıyayız.Oysa ki birinin acısının ve mahrum kaldığı haklarının diğerinden pek de farkı yok. Acıların birbirine üstünlüğünü tartışmak da ancak mazoşist yaklaşımlar sergilemekle olabilir. Bunu da insan değil ancak makineler yapabilir.
Hesaplar ortada HSYK kararları ile bu güne kadar atılan kişi sayısı 96 kanundan faydalanıp mesleğime döneceğim diyen sayısı 52, kabul edilen adedi bunun çok altında.
Yüksek Askeri Şura Kararları ile atılan sayı  1637 kanundan faydalanan sayı 1514. 

Durum 1514 büyük olunca 52 den ne yapılacak 52 liklerin acıları sonuna kadar telafi edilecek, hakları verilecek büyük guruba ise sen ise bu verdiklerimle yetin denecek. 52 likler sütten çıkmış ana kuzusu bizse AF edilen yarım suçlular. Sebep, 80 milyonluk ülkede çoğunun emekliliği gelmiş bir ayağı çukurda,en güzel ve verimli yıllarını acı ve ızdırap içinde çekmişler bir gün dahi olsa itibarlarının kağıt üstünde bile verilmesini istemişler amma ,itibar yerine ulufe ile idare edin denmiştir.Kısaca devletimiz hakim ve savcılarımıza pozitif bir ayrımcılık yapmıştır. Bizlere de Devletimizin aynı pozitif ayrımcılığı yapmasını beklerken devre arkadaşlarımızın düzeyine getirilmeyi bırakın, önceki çalışma hayatımızın hem olduğu, hem de olmadığı teziyle kanun ve tebliğ yayınlamıştır.Yaşar ne yaşar ne de yaşamaz misali.
Bir hakim ve savcının hatta avukatın üzerinden cübbesini aldığınız zaman geriye hiçbir şey kalmıyorsa ,subay ve astsubayın üzerinden üniformasını bir defa daha vermemecesine aldığınız zaman da ondan da geriye bir şey kalmaz.

Yüksek Askeri Şura Mağdurları bütün bu haksızlığın devam etmesine, ötekileştirilmeye rağmen, kanunsal bir takım iyileştirmelerin öncesinde ve sonrasında asla ve de asla meşru olmayan yollara sapmayacak kadar da YAŞ kararları ile yapıştırılmaya çalışan çamurun da tutmayacağını cümle aleme gösterecek kadar da mert ve yiğitlerdir.Çünkü onlar has be has Anadolu'nun garip çocuklarıdır.
 

Anadolu'nun garip çocukları Maliyenin esiri değil HAKKIN esiri olmak istiyorlar. 

ADALETİNİZ BU MUDUR?

Merhaba,
Uzun bir süredir arkadaşlarımın Balyoz- Ergenekon davalarından beraat eden arkadaşlara karşı kin ve nefret söylemlerinin yanında bu haksızlığa uğradıkları mahkeme kararı ile de tespit edilen azınlığa, hakarete varan sanki mahkûm eden yargı tarafsızmış, beraat ettiren taraflıymış şeklinde ipe sapa gelmez yayınlarda bulunduklarını ESEF ve KORKU ile izliyorum.
Hukukun bir gün değil, her gün herkese lazım olacağını bilen bir kardeşiniz olarak diyorum ki, sizler nasıl böyle oldunuz?
Bu topraklara, geçmişinize ve dininize ne zaman yabancılaştınız?
 Oysa ki siz ,
-          Uzak tarihte( M.Ö. 2050 ) bu topraklarda, Sümerler de ilk yazılı hukuk kurallarını uygulayan Ur-Namnu Dünya Tarihinin ilk yazılı hukuk kurallarını üretti ve dedi ki ;
Öksüz, zengine  teslim edilmedi.
Dul kadın, kuvvetli adama, teslim edilmedi.
1 seqel'lik adam,1 mana’lık adama teslim edilmedi.
-          Hemen 300 yıl sonra Tarihe kendi adıyla verdiği kanunlarla yazılan, bu toprakların oğlu Hammurabi Yasalarında
Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder; daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.
-          İslam Öncesi Türklerde Hukuk ise yazılı değil ÖRFLERE dayalı idi. ÖRF Hukukunda değişmez ilkeler ise ;
ADALET, İYİLİK,EŞİTLİK,İNSANLIK
-          900 yıl sonra Dinimizin Kitabı Kur’anı Kerimde ise :
Mumtehine 8 - Allah, dîn konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki Allah, adaletli olanları (adaletle davrananları) sever.
Nisa 4/56- Şu bir gerçek ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.
Maide/ 8- “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesinAdaletli olun,  çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
İslam da Adaleti yüceleştiren Halife Hz.Ömer’in adalette eşitlik, kayırmamacılık, yargıç tarafsızlığı konusundaki örneği günümüze ne büyük ışık tutmaktadır:
Halife Ömer ile ihtilafa düşen Ubey b. Kâ’b, halife aleyhine dava açmıştı. Taraflar Zeyd b. Sabit’in hâkimlik yaptığı mahkemeye gelirler. Hâkim, Halife Ömer’e hürmet gösterir. Bu duruma kızan Halife; “ Eğer senin nezdinde Ömer ile herhangi bir vatandaş eşit değillerse sen hâkimlik makamına layık değilsin.”diyerek onu uyarır.

Ne Büyük Selçukluyu , ne 600 Yıl Hüküm sürmüş Osmanlıyı, Ne de Osmanlının bağrından çıkmış genç Türkiyeyi  yazmama gerek var mı?
Sizler bu topraklarda yaşayanların bağrından çıkanlarsınız. Sizin dininiz İslam  (Allah'a ve onun buyruklarına kayıtsız şartsız inanan).
Allah aşkına ne oldu size böyle?
Ben beklerdim ki ADALET BEKLEYEN, HAK DİYEN, HUKUK DİYEN ler başkalarının da HAKKINI VE HUKUKUNU SAVUNABİLMELİ. HATTA ONLAR HAKLARINI ALDIKLARINDA EN AZ ONLAR KADAR SEVİNEBİLMELİ.
ÇÜNKÜ DÜŞENİN DERDİNDEN ANCAK, DÜŞENLER ANLAR DERDİM.
……………..
Ancak bu feveranları gördükçe sadece ÜZÜLÜYORUM ve avazım çıktığı kadar BAĞIRMAK İSTİYORUM:
HERKES İÇİN ADALET, HERKESE ADALET……